Mardin’in Kültürü, Mardin Tarihi ve Mardin şehrinin inceliklerini bu yazımızda öğreneceksiniz. İşte bir doğu masalı tadında Mardin penceresi…
Eski zamanlara ait bir ihtişamı hala taşıyan Mardin’de, evlerin şato gibi kalın ve yüksek duvarlarının arasından akan sokaklarda çocuksunuz; taş konakların altından sokakları birbirine bağlayan “abbara”larda karanlık ve nemlisiniz; taş merdivenlerden inip çıkarken aksaksınız, bir evin terasına konuk olduğunuzda ise alabildiğine ferah ve zenginsiniz.
Mardin Kalesi, kentin doğduğu yer. Önceleri kale sınırları içindeki birkaç yüz haneden oluşan kent, zamanla büyümüş, kalenin dışına taşmış.
Diyarbakır – Mardin yolunda ay vakti. Gözlerimiz tarlalardan yükselen alevlerin parlak kızılında. Genzimizde bir anız kokusu. Ayla birlikte kaymak taşı gibi parlayan tepelerde toprak damlı evler ve evlerin pencerelerinden geceye karışan hayatlar görüyoruz. Mardin ışıkları uzaktan göz kırpıyor; kentin nabzını şimdiden duyar gibiyiz.

El ayak çekilmişken; en mahrem anında bir kentle tanışmak ne güzeldir! Bir tülün ardından iki güzel göz seçersiniz; tülü kaldırmak içinse sabahı beklemeniz gerekir. Bizde öyle yapıyoruz ve kentle göz göze geleceğimiz anın hayaliyle, yerleştiğimiz otelde uykuya çekiliyoruz.
Diyarbakır Havzası ile kuzey Mezopotamya ovasını birbirinden ayıran bir kale kenti Mardin. Ovanın hemen kıyısından yükselen dağlardaki locasına rahatça yerleşmiş, muazzam bir ufku seyrediyor yüzyıllardır. Diyarbakır’dan değil de havalimanı tarafından yani ovandan kente yaklaşmak belki de en iyisi. Bu açıdan bakıldığında kent dev bir yüzük taşını andıran kalenin etrafına usta bir el tarafından yapılmış süslemeden farksız. Yerlilerin dilinden düşmeyen bir benzetmede yine ovadan kente baktığınızda anlam kazanıyor: “Kartal yuvası Mardin”; gecesi gerdanlık, gündüzü mezarlık.
Kent merkezine giderken yanından geçtiğimiz “Yeni şehir ”in çok katlı evleri kentin eteklerini çekiştiren huysuz çocuklar gibi. Ama umutsuzluğa kapılmayalım hemen; Mardin bu toprakların en az değişmiş şehri aynı zamanda. Bir zamanlar etrafı surlarla çevriliymiş.
Diyarbakır kapı olarak adlandırılan noktadan kente giriliyor; ama buradaki sur kapısının da kendi gitmiş, adı kalmış. Mardin’in arabalara geçit veren tek ana caddesi tam buradan başlıyor. Ve kenti boydan boya ikiye böldükten sonra mahallelerin dışından bir çember çizerek başladığı noktaya dönüyor.
Gerisi ise daracık sokakların ve geniş avlulu, yüksek duvarlı taş evlerin geometrisinden ibaret. Kavurucu sıcaklarda insanlara serin bir gölge yapacak kadar dar, aramızdan ayrılanların omuzlarda taşınabileceği kadar geniş olan bu sokaklardaki rotanızı bırakın ufak sürprizler ve işaretler belirlesin.
Zinciriye Medresesi’nin çatısı, kentin uçsuz bucaksız ufku ile tanışmak için en iyi mekan. Ulu camide, minaresiyle bu tabloyu tamamlıyor.
Kent, dev bir yüzük taşını andıran kalenin etrafına yapılmış bir süslemeden farksız. Yerlilerin dilinden düşmeyen bir benzetme de yine ovadan kente baktığınızda anlam kazanıyor. “Kartal yuvası Mardin; gecesi gerdanlık, gündüzü mezarlık”
MARDİN’İN KISACA TARİHİ
Mardin Tarihi; mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel kentlerinden biridir. M.Ö.4500’den başlayarak klasik anlamda yerleşim gören Mardin, Subari, Sümer, Akad, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Roma, Bizans, Araplar, Selçuklu, Artuklu , Osmanlı dönemine ilişkin birçok yapıyı bünyesinde harmanlayabilmiş önemli bir açık hava müzesidir.
MARDİN KÜLTÜRÜ
Mardin kültürü; mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel kentlerinden biridir. Mardin’de, farklı dini inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler barındırmaktadır. Mardin, İpek Yolu güzergahında olup, 5 han ve kervansaray mevcuttur.
Arapça’nın, kadife gibi yumuşak ve derin bir lehçesini duyacaksınız burada. Bir Ortadoğu veya Kuzey Afrika kentindeymiş gibi…
MARDİN TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRLER
Mardin’in medeniyetini özetleyen hammaddeler “taş ve kil” olup, eski çağlardan kalan sanat eserleri ve taş abidelerin sayılarına münhasıran Mardin, diğer hiçbir medeniyetin elinde bulunmayan “KİL MÜHRÜ” elinde tutmaktadır. Şu anda dünyada ve özellikle Mezopotamya’nın etki alanına giren bölgelerde kil, yazının başka bir deyişle öğrenmenin en önemli belirleyici faktörü olmuştur.
Mardin birçok farklı dil, din ve kültür mozaiğiyle farklı tarihi süreçlerden geçmesine rağmen, özellikle Mezopotamya ve Mısır’da görülebilen büyük boyuttaki birlik ve beraberliği sergilemektedir.
Birbirinden güzel kadifeler, Dubai’den şallar, Pakistan’dan batikler, Suriye işi puşiler… Burada hepsini bulacaksınız. Resim kaynak: Mardin gazetesinden alınmıştır.
MARDİN’DE SÜRYANİLER
Mardin’e 5 km uzaklıktaki Deyrulzafaran Manastırı, Süryaniler için önemini sürdürmeye ve gerçeküstü atmosferi ile ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor.
Mardin ve çevresini içine alan dağlık plato, tarihte Tanrı Hizmetkarları Dağı olarak anılıyordu. İlk Hristiyanlardan olan Süryanilerin yaygın olarak yaşadığı ve iz bıraktığı bu topraklarda, çok sayıda kilise ve manastır bulunuyor. Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllardaki büyük göç dalgasından sonra Süryani cemaatinin nüfusu çok azaldığından, bu kilise ve manastırların sadece bir kısmında hayat devam ediyor. Kentin 5 km dışında Deyrulzafaran Manastırı da onlardan biri.